E-Posta : atabay64@gmail.com
“Helvacı helva
Şeker lokumlu helva
Kendir tohumlu helva
Beğenmezsen sen alma
Macun…
Fındıklı, cevizli, geldi gidiyor!...”
İşte orada. Çanakkale’nin hiç dinmek bilmeyen rüzgârının, mahallede anafor yaptığı o beş yol ağzında… İçeri çökmüş siyah gözlerini çerçeveleyen kalın kaşları üzerine düşmüş kirli kasketi, yakası kalkmış ve hakiki rengi çoktan kaybolmuş yer yer yırtık paltosu, belki alındığı günden beri bir defa dahi ütülenmemiş pantolonu ile o her yerde ve her zaman görülen satıcılara benzemeyen bir adamdı. Haftalık sakallı yüzünden hayatı hor gören bir anlam vardı. Omuzları dik, göğsü ilerde ve mert bir görünüşe sahipti. Bu hayatını kazanmak ve geçinmek için çalıştığını ve kimseye minnet etmediğini anlatmak bakımından içten olmayan bir görünüş de olabilirdi. Fakat şu muhakkaktı ki, gözlerinin içi binbir çeşit çiçeklerle süslü bir Japon bahçesi gibi renk renk yanıyor ve mehtaptaki sular misali ışıldıyordu. Kalın erkek sesiyle söylediği tekerlemeler çocuklarımızın en çok sevip söyledikleri türküler arasında idi. Sabah, öğle ve akşamüzerleri muhakkak mahallemize uğrardı. Onun sesini duyan bütün yavrular en çok sevdikleri kaydırak ve top oyunlarını bırakıp evlerine dağılırlar ve çok geçmeden teker teker üçayaklı sehpanın etrafını sarmaya başlarlardı. Bir kovanın etrafında uçuşan arılar gibi…
O, çocukların sayısı arttıkça daha çok neşelenir ve çocukların uzattıkları paraların miktarına göre tahta parçacıklarına renk renk macun sarar bir taraftan da onları tekerlemeleriyle eğlendirmeye çalışırdı. Her çocuğun arzusunu yerine getirmeye uğraşır, hepsini güldürmek için türlü türlü şaklabanlıklar yapardı. Rüzgârlarla savrulan tozlar çocukların macunlarına esmer bir renk verirken onlar tablanın yanından ayrılır, yine eski oyunlarına koşarlardı.
İşte garip hayatın garip felsefesi…
O,
“Evin önü minare,
El ettim eski yâre,
Bende parasız macun yok,
Getirin evinizden pare,
Helvacı helva,
Şeker lokumlu helva,
Kendir lokumlu helva,
Beğenmezsen sen alma.” tekerlemesiyle uzaklaşır. Sesi helezon yapan rüzgâra karışır, kaybolurdu. Yılların kaybolup gittiği gibi…