E-Posta : atabay64@gmail.com
Osmanlının Cumhuriyet idaresine bıraktığı miras başta “sığır vebası” olmak üzere bir sürü hastalıklar ve nesli bozulmaya uğramış bir hayvan kütlesiydi. Cumhuriyet döneminde ilk iş, radikal mücadeleler için gereken kanunu düzenlemelerin ortaya konulması oldu. Cumhuriyetin ilk on beş yılında bu amaçla üç kanun, yeni yönetmelik ve on beş talimatname hazırlandı. Bunlar vasıtasıyla hastalıklar karşısında halkın, yönetimin ve denetim birimlerinin işterliğini sağlamak amacıyla teknik elemanların görev ve sorumlulukları tanımlandı ve tespit edildi. Hastalıkları kökünden kazımak için aşı, serum ve ilaçların Türkiye’de üretilmesine başlandı. Modern araç-gereçlerle donatılan veteriner teşkilatı hastalıklarla mücadele ederek büyük başlarılar elde etti. Özellikle bulaşıcı hayvan hastalıklarının çıkması sebebiyle sıklıkla sınırlarını kapatan yabancı ülkelere karşı ulusal itibarımızı yükseltti.
Cumhuriyetin ilk on beş yılında sığır vebası Türkiye’de ortadan kaldırıldı. Sığır vebası çeşitli yollarla hep dışarıdan ülkemize gelmişti. Tedbirsizlik sebebiyle de ülke içerisine yerleşip kalmış ve olumsuz propagandalar Türkiye’ye mal edilmiştir. TBMM Hükümetinin hayvan vebası ile mücadelesi 1921 yılında başladı ve 1931 yılına kadar 1 milyon 500 bin lira ve 137 bin 146 litre serum kullanıldı. Serum verilen hayvanların sayısı her yıl ortalama 100 bindi. Avrupalı bilim adamları bu hastalığın sona erdirilmesini “Türk İnkılâbı’nın uygarlık dünyasına yaptığı en büyük hizmet” olarak tanımlamışlar ve açıklamışlardı.
Türkiye’de bu yıllarda görülen ve mücadelesi devam ettirilen hastalıklar arasında “Dalak (antraks) ya da cemre” hastalığıydı. Hayvandan insana da geçebilen bu hastalığın tedavisi için Türk Veteriner Bakteriyologunun bulduğu aşı ve kendi kurumlarımızın hazırladığı serumun kullanılması bir gurur kaynağıydı. Hayvan hastalıklarından diğerleri arasında; çiçek, mankafa ya da ruam, at frengisi, barbon (boğaz hırlama veya çemberleme hastalığı), arazı cemre, keçi ciğeri ağrısı, uyuz, şarbon, kuduz ve tavuk kolerası vardı.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, hastalıklarla mücadele için aşı ve serumları hazırlamak için Pendik’te bir Bakteriyoloji Enstitüsü, Mardin’de bir serum kurumu; Ankara Etlik’te dört laboratuardan oluşan bir merkez kurumu ile İstanbul’da Hayvan Hastalıkları Araştırma tesisi vücuda getirdi. Cumhuriyetten önce yalnız bir sığır vebası serumu üretilebilirken Cumhuriyetten sonra Türkiye’nin aşı ve serum ihtiyacının tamamı üretilmeye başlandı. Atatürk döneminde 30 çeşit aşı ve serum üretilmekteydi. Bilimsel çalışmalar yapan kurumların tamamı da orijinal bilimsel çalışmalar yapmaktaydı. “Sığı vebası aşısı” ile “Antraks” ve “çiçek” aşıları bu bilimsel çalışmaların ürünü olarak ortaya çıkmış ve Türkiye’de geliştirilmişti.
Cumhuriyetten önce devlet korumasından mahrum bulunan ülke hayvancılığı uzun yıllar devam eden savaşlar nedeniyle hayvan sayısı azalmış, vücutları küçülmüş, verimleri en alt seviyeye inmişti. Cumhuriyetin ilanından sonra Damızlık hayvan yetiştirmek için ilk kez 1924 yılında kurulan Karacabey Harasından sonra 1928, 1929 ve 1934 yıllarında Sultansuyu, Çukurova, Çifteler ve Konya haraları açılmıştı. Bu işe 23 kısrak, 77 tay ve 2100 baş sığırla başlanmıştı. Devlet aygır depoları kurulmuş, sığır yetiştirilmesi için tesisler vücuda getirilmişti. Hayvancılığı geliştirmek için ilkbahar, yaz ve sonbaharda yarışmalar düzenlenmiş, sergiler açılmıştı. İlk defa 1928 yılında Macaristan’dan saf kan Merinos koç ve koyunları satın alınarak Türkiye’ye getirilmişti. Ankara’nın Lalahan mevkiinde Tiftik Cemiyeti tarafından, diğeri de Tarım Bakanlığı tarafından Çifteler Harası’nda iki “Numune Ağılı” kurularak iyi cins damızlık teke ve keçilerden kaliteli tiftik verecek hayvan yetiştirilmesine başlanmıştı.
Peki tüm bunlar Çanakkale’ye nasıl yansıdı ve Çanakkale’de hangi hayvan hastalıkları görüldü?
1929 Dünya Ekonomik krizinin başladığı 1929 yılında Çanakkale’de 243.578 koyun ve 220.027 keçi varken; 39.777 inek, 41.691 öküz ve 6.928 manda vardı. Binek hayvanı olarak 4.135 at, 6.453 kısrak, 963 katır, 15.599 eşek ve 1845 deve bulunuyordu. Toplam hayvan sayısı 580.899’du.
Krizin etkilerinin tamamen ortadan kaldırıldığı 1935 yılında Çanakkale’de; 260.716 koyun, 168.284 kıl keçisi, 19 tiftik keçisi olmak üzere toplam 429.019 koyun vardı. 108.908 sığır, 10.980 manda olmak üzere toplam 119.888 sığır vardı. 2.302 deve bulunuyordu. 14.897 at, 1.133 katır ve 18.126 eşek olmak üzere 34.156 hayvan vardı. Toplam hayvan sayısı 585.365’ti.
Cumhuriyetimizin 15.yılı olan 1938 yılında 384.245 koyun, 199.215 kıl keçisi olmak üzere toplam 583.460 küçükbaş hayvan vardı. 121.117 sığır, 6.811 manda olmak üzere 154.681 büyükbaş hayvan vardı. 2.686 da deve vardı. 14.425 at, 1.571 katır ve 16.972 eşek olmak üzere 32.968 binek hayvanı vardı. Toplam hayvan sayısı 773.795’ti.
O yıllarda bir hayvan hastalığı görüldüğünde hemen telgrafla bütün Baytar Müdürlüklerine bildirilir ve onlar da şehir ve kasabalarda belediyeler, köy ve mezralara ise jandarma aracılığıyla duyururlardı. Böylece hem hastalığın yayılması hem de vatandaşların zarar görmesi engellenirdi.
1929 yılında Çanakkale’de Baytar Müdürü Ziya Bey’di. Daha sonra ise İsmail Hakkı Bey, Çanakkale Baytar Müdürü olacaktı.
Çanakkale Baytar Müdürlüğü 5 Temmuz 1934 Perşembe günü Edirne’nin Havsa kazasının Kuyucu köyünde ve İpsala kazasının Kumdere köyünde, Çatalca’nın Çilengi köyünde hayvanlarda şarbon, Beyoğlu kazasının Şişli nahiyesinde tavuk kolerası, Ezine kazasının Arasanlı köyünde uyuz ve Kumburnu köyünde yanıkara hastalığı çıktığını duyurdu.
12 Temmuz 1934’te Lâpseki kazasının Sındal Köyü’nde yanı kara(şarbon) hastalığı baş gösterdi.
Eceabat kazasının Maydos kasabasındaki keçi uyuzu ve Beyoğlu kazasının Şişli nahiyesinde Tavuzenlik Çiftliği’ndeki tavuk difterisi ve Kırklareli merkezindeki kuduz ve Üskidar kazasının Burhaniye Mahallesi’nde ve Bayramiç kazasının Çavuşlu köyünde tavuk kolerası ve çatalca kazasının Nakkaş köyündeki ve Kırklaereli merkez kazasının Nakkaş köyündeki şarbon hastalığı sona ermişti. 2 Ağustos 1934 tarihinde Çanakkale Baytar Müdürlüğü Ezine’nin Pınarbaşı ve Biga’nın Çakırlı köylerinde şarbon çıkmıştı. 9 Ağustos’ta Biga’nın Kemer, Değirmencik ve Karahafızlar köylerinde şarbon çıktı. Ayvacık kasabası ile buraya bağlı Budaklar, Keçikaya, Sapanca köylerinde, Ezine’nin Pazarköy’ünde şarbon sona erdi.
1934 yılı 22 Ağustos günü Lâpseki’nin Çardak köyünde Eylülün 2.günü Çanakkale kasabasında açılacak panayırlara kasabalarda belediyeden ve köylerde muhtarlardan alınacak sağlık şahadetnamesi olmayan hayvanlar kabul edilmeyecekti.
Çanakkale Baytar Müdürlüğü 2344 sayılı ve 17 Mayıs 1934 sayılı kanunun 33.maddesi gereğince sokaklarda dolaşan sahipsiz ve ağızlıksız köpekler kuduz tehlikesine karşı Belediye tarafından itlaf edileceğini duyurdu. Av veya süs için köpek besleyenler bu köpekleri Belediyeye kayıt yaptırmaları ve bir vergi vermeleri ve yine başıboş salıvermeyip ağızlık takmaları lazım geleceği bir defa daha ilan edildi.
1937 yılı Mart’ın 7’si Pazar günü saat 21.00’de Halkevi salonunda yapılan danslı toplantıda Baytar Müdürü İsmail Hakkı Bey, hayvan hastalıklarının insanlar üzerindeki etkilerini anlatan etkili ve heyecanlı bir konferans verdi.
Cumhuriyetin on beşinci yılında Çanakkale’de süt üretimi; 14.802 ton inek sütü, 2.997 ton manda sütü, 27.568 ton koyun sütü, 19.175 ton kıl keçisi sütü olmak üzere toplam 64.542 ton süt elde ediliyordu.
Atatürk’ün akıl ve bilim yolunu esas alarak kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, hem sağlıklı ve verimli hayvanların yetiştirilmesinde hem ortaya çıkan hastalıkların tedavi edilmesinde, hem de vatandaşlarının sağlığını korumakta az zamanda büyük işler yapmıştı. Çanakkale’deki verileri karşılaştırdığımızda bunu hemen fark etmek mümkündü.