E-Posta : atabay64@gmail.com
Osmanlı Devleti’nin dağılmaya yüz tuttuğu 19.yüzyılın sonlarında bir doktor ve bir valinin kızının oğlu olan Reşat Nuri Güntekin 1889’da İstanbul’da hayata gözlerini açtı. Çanakkale’nin havasını teneffüs etmesi ise kendisinin deyimi ile “babasının tayininin askeri hekim olarak Çanakkale’ye çıkması” ile başlamıştı. Reşat Nuri, o zaman daha beş buçuk yaşındadır ve o çocuk hafızası ile Marmara Denizi’ni aşarak ilk kez gördüğü, sahilinde yabancı tüccarlar ve konsolosların konaklarının sıra sıra dizildiği onbeşbin nüfuslu Kale-i Sultaniye’yi (Çanakkale) hayatı boyunca hatırlayacaktı. O sırada Çanakkale, sekizbinbeşyüz Müslüman, beşbin Rum, binbeşyüz Yahudi, bin Ermeni ve üçyüz kadar yabancı tüccar ve konsolos ailelerinin yaşadığı şirin bir sahil kasabasıydı. Reşat Nuri’yi en çok etkileyen Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Çimenlik Kalesi olmuştu. Zira çocukluğu bu kalenin çevresinde geçecek ve oradaki okulunu, arkadaşlarını hiç unutmayacaktı. Reşat Nuri’nin hiç unutmadığı Çanakkale’de geçen çocukluk yılları bir süre sonra babasının tayini nedeniyle İzmir’e gitmeleriyle sona erdi. Gençliğe adımını attığında ailesiyle İstanbul’a gelen Reşat Nuri, burada Saint Joseph Lisesi’nden ve sonra da İstanbul Darülfünun’u Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu ve önce Bursa Lisesi’nde daha sonraları da İstanbul’un tanınmış liselerinden öğretmenlik ve yöneticilik yaptı.
Reşat Nuri, bir taraftan öğretmenlik yaparken diğer taraftan da özellikle kız çocuklarının okumalarını teşvik etti. Bunda hiç şüphesiz O’nun “Çalıkuşu” romanının çok etkili olduğunu belirtmek gerekir. Reşat Nuri, “Çalıkuşu” romanının kahramanını kendisinin çocukluğunun geçtiği Çanakkale’de yaratmıştı. Çalıkuşu’nun Feridesi, Reşat Nuri’nin çocukluğunda ailece oturdukları ve daha sonra da Çanakkale’ye geldiğinde kaldığı evde hayat buldu. Bahçesindeki çitlenmik ağacı altında komşu kadınlarla sohbetleri böylece ölümsüz hale geldi. Çalıkuşu’nun Feridesi adeta bugünün Çanakkalesi’nin hanımlarını anlatır: Feride’ye göre Çanakkaleli kadınlar o zaman da “Vefakâr, çalışkan, hayatlarından memnun, munis ve sade insanlar çalışmak gibi eğlenmeyi de seviyorlar”dı.
Reşat Nuri’de Çanakkale sevdası ve özlemi sadece Çalıkuşu ile sınırlı değildi. “Gizli El” romanı ile Çanakkale Savaşları sırasında vatan savunmasına katılanları dile getiriyordu, romanın kahramanı Şeref Bey’in ağzından…Zaman zaman da yurtdışında okuyanların düşüncelerini kâğıda dökerek Çanakkale özlemi açığa vurur Reşat Nuri…O zaman da bu özlemin adı “Harabelerin Çiçeği” adını alır. Paris’ten Ayvacık’a oradan Kösedere Köyü’ne… Bir yangın nedeniyle yüzü yanan Harabelerin Çiçeği’nin kahramanı Doktor Süleyman, ancak sütninesinin yanında bulacaktır, huzur ve dinginliği… İlk kez Çanakkale’de sokaklardan geçerken pencerelerden kendisi için söylenen “Ninenin Süleyman’ı” sözü ile kendine güven duyacak ve yüzünün çirkinliğinden utanmayacaktır, Süleyman. Çanakkale, Harabelerin Çiçeği’nin de şansını değiştirecektir. Reşat Nuri belki de bu satırlarda belirttiği gibi hayatının yorgunluğunu Çanakkale’de atmak istiyordu, ama olmadı. Öğretmenlik, yöneticilik, müfettişlik, iki dönem Çanakkale milletvekilliği ve Paris’te UNESCO Temsilciliği buna engel oldu. Ama onun Çanakkale özlemi ve sevgisi hiç bitmedi. Biz de onu unutmadık. 7 Aralık 1956'da aramızdan ayrıldı ama hala yazdığı romanlar, hikâyeler ve köşe yazıları başvuru eserimiz ve zevkle okuduğumuz eserler. Yıllar geçti bu dünyadan Reşat Nuri göçeli ama eserleri ile o ebedi bir şahsiyet…