E-Posta : atabay64@gmail.com
Avustralya Canberra’da kız erkek küçük çocuklar ellerinde birer sepet 25 Nisan anma törenlerinde herkese “hatırlamak için alır mısınız?” diye soruyorlar. Bu teklife tören alanındakiler “Biz onları hatırlıyoruz” ve ilave ediyorlar “onları asla unutmayacağız” diye cevap veriyorlar ve o küçük çocukların sundukları “biberiyeleri” alarak yakalarına takıyorlardı. Dikkat ediyorum, biberiyeler hep dört daldan oluşuyor. Çocukların hemen hemen hepsi üç, dört yaşlarında, bu görevi büyük bir ciddiyetle yapıyorlar. Bir kız çocuğu bana da biberiyeden vermek istedi. Ben almadığım için o kadar çok üzüldü ki, sanki görevini yapamamanın ezikliği altında mahvoldu. Onun bu hali beni de çok üzdü. Yaklaşık beş dakika sonra tekrar geldi, “alır mısınız” dedi. Bu defa aldım ve dedim ki, ben başka arkadaşından almıştım ama yakama takmamıştım. Senin üzülmene dayanamadım, senden de alayım dedim. Çok sevindi ve “size son çiçeğimi saklamıştım” dedi ve sevinerek annesinin elini tutarak gitti. Annesine, “son çiçeğimi verdim, o iki kişiyi hatırlıyor, hâlbuki herkes bir kişiyi hatırlıyormuş” dedi.
Neydi peki bu küçük çocukların görevi ve bu kadar neden seviniyorlardı? Hemen cevabını verelim. Bu çocuklar, Çanakkale Savaşları’nda hayatını kaybeden büyük dedelerini unutmadıklarını gösteriyorlar ve onlara karşı görevlerini yerine getirmiş oluyorlardı. Çanakkale Savaşları’na katılan büyük çoğunluğu Arıburnu’nda savaşan Anzaklar, Gelibolu Yarımadası’nı anlatırken iki bitkiden söz etmektedirler. Bunlardan biri “biberiye” diğeri “gelincik”tir. Gelibolu’da hayatını kaybeden askerlerini anmak için yaptıkları törenlerin simgesi haline gelmiştir, her iki bitki de… Her yıl basılan tören kitapçıklarının kapaklarında bunlara yer verilmektedir. Ziyarete geldiklerinde Gelibolu’daki mezarlıklardaki yakınlarının mezar taşlarına veya isim levhalarının yanına bunları iliştiriyorlar.
Anzaklar; kitaplarda, törenlerde ve daha birçok yerde “Gelibolu Gülü” diye isimlendirdikleri “biberiye”yi, Gelibolu’da savaşan askerler ülkelerine dönerken götürdüler. Latincesi “Cistus salviifolius” olan biberiye, Gelibolu Yarımadası’nın doğal ortamında yetişmekte olan bir bitkidir. Anlatımlara göre, Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerler biberiyenin güzelliğinden ve kokusundan o kadar etkilendiler ki, bu bitkinin tohumlarını ülkelerine götürdüler “barış” ve “anma” simgesi olarak bahçelerine diktiler. Kısa süre içerisinde hem Avustralya’da hem de Yeni Zelanda’da biberiye, “Gelibolu Gülü” olarak isimlendirildi ve “Biberiye” bir “yâd etme, hatırlama” simgesi haline geldi.
Avustralya ve Yeni Zelanda’da Gelibolu’yu hatırlamanın ikinci simgesi hiç şüphesiz “gelincik”tir. Aslında gelinciğin bir simge haline gelmesi, çok eski zamanlara tesadüf etse de popüler simge olması 20’nci yüzyıla nasip oldu. Roma İmparatorluğu sırasında “Bereket Tanrıçası Ceres = Demeter”, bitkilerin büyümesini bir türlü sağlayamıyordu. “Uyku Tanrısı Somnus = Hypnos”, Ceres’in dinlenmesi ve gücünü tekrar kazanabilmesi için gelinciklerden bir aroma yaparak ona ikram etti. Ceres, gelincik aromasını içtikten sonra derin bir uykuya daldı, uyandığında hem dinlenmiş hem de gücüne kavuşmuş bir halde bitkilerin büyümeleri için çaba sarf edecek vaziyetteydi ve bu haliyle insanlığı kıtlıktan kurtardı. Bunu öğrenen çiftçiler, ekin tarlalarındaki gelincikleri gördüklerinde onları koparmamaya başladılar. Hatta bir ekin tarlasında gelincik ne kadar çoksa o tarlanın ürünün çok verimli olacağına inanmaya başladılar.
Çiftçilerin gelinciği “bereket” simgesi olarak algılamalarına karşın gelinciğin renginin kırmızı olması insanların genellikle onu savaşla bağdaştırmasına da sebep oldu. İnsanlar gelinciğin rengini savaşta akan kandan aldığını düşündüler. Bir anlatıma göre; 1915 yılı Mayıs ayında Batı Cephesi’nde “Ypres Savaşları” sırasında genç bir topçu teğmeni olan “Alexis Helmer”, hayatını kaybetmiş, arkadaşı olan “Doktor Yarbay John McCrae” onu defnetti ama kısa süre sonra mezarı üzerinde gelincikler açtı. Bundan çok etkilenen “Yarbay John McCrae”, arkadaşının mezarının üstündeki gelinciklerden esinlenerek bir şiir yazdı ve bu şiir savaşta hayatını kaybeden tüm askerlere ithaf edildi. Bu şiir “Punch” dergisinde yayınlanınca çok popüler oldu ve pek çok dile çevrildi. Birinci Dünya Savaşı biterken “Moina Michael” adlı Amerikalı kadın “Ladies Home Journal” dergisinde Yarbay John McCrae’nin şiirini gördü ve onun şiirine tahmis yazdı. “Moina Michael”, kumaştan yaptığı bir gelinciği yakasına takarak dolaşmaya başladı ve Birinci Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden askerleri unutturmamaya çalıştı. Bunda da çok başarı olan “Moina Michael”, yazdığı tahmisi, “Ladies Home Journal” dergisine gönderdi ve gelinciği Amerika’da “Ulusal Anma Sembolü” haline getirilmesini sağladı. Buna daha sonra bir Fransız Hanım da katılacaktı. Bu hanım “Bayan E. Guerin”di. Kumaştan yaptığı gelincikleri yurtdışına satmaya başlayan “E. Guerin”, bunda çok başarılı oldu ve İngiltere, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda ve Fransızların diğer müttefiklerine de gelincik siparişleri vermeye başladılar.
Avustralya ve Yeni Zelanda gelinciği “ulusal bir simge” olarak kabul etti ve Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren 11 Kasım 1918 günün yıl dönümü olan 11 Kasım 1921 “Ateşkes Günü”nde Avustralya, baştan aşağı gelinciklerle süslendi. Benzer bir uygulama Yeni Zelanda’da da gerçekleştirdi.
Bugün dünyanın her tarafında gelincik, “savaşta yaşamını yitiren” askerleri hatırlamak için bir simge haline geldi. Baharın başladığı ve her yerde gelincikleri görmeye başladığımız şu günlerde onlara bir de bu gözle bakalım…