YUKARI ÇIK

Çanakkale Travel
Çanakkale Travel
20 Aralık 2020 tarihinde eklendi

Çanakkale ve Yaşadıklarım (38) ”1960’lı Yıllarda Hamidiye Tabyaları”

Çanakkale’de 1960’lı yıllarda bir yaz günü arkadaşlar ile birlikte Hamidiye Tabyalarının bunduğu yere yüzmeye gitmiştik. Hep beraber olduğumuza göre mutlaka hafta sonuydu. Çünkü herkes bir yerlerde çalışıyordu hafta içinde. Evden aldığımız peynir zeytin domates v.s. gibi yiyeceklerin yanında aramızda para toplayarak bir de karpuz almıştık. Bu genelde yaptığımız bir şeydi. O zamanlar denizin kıyısında yakın bir yerde çeşme yoktu. Onun için yanımızda götürürdük içecek suyumuzu. Ben yanımda daima su bulundururdum her zaman. Çünkü çok su içerim ve su içmeyi de çok severim. Bir kenara gelip elbiseleri çıkararak güneşlenmeye başladık. Çok fazla kalmayıp suya girerek oldukça uzun süre kalıp vaktin çoğunu suyun içerisinde geçirdik her zamanda böyleydi bu. Suya toplu halde girer yine toplu halde çıkardık. Kalkıp koşarak veya yavaş yürüyerek suya gider, yüzmeye veya eğlenmeye başlar daha sonra da çıkardık dışarıya. Ama arkadaşımız Çakal suya giremezdi bir türlü. Mutlaka bizler tutup yakalayarak ya “Altı okka” tabiri ile atardık denize yada bacaklarından sürükleyerek. Bu mutlaka böyleydi. Kendi başına suya girerek alışması mümkün değildi. Çok sonra bu konuda çok sevdiği işini bile bırakmıştı bu yüzden. Bizler yüzmekten çıkıp güneşlenir iken yan tarafımıza o günlere göre iyi giyimli dört kişi geldi. Ellerindekileri bir yere koyarak suya girmek için soyunmaya başladılar. Üzerindekileri gömlekleri çıkarınca altından güneş görmemiş vücutları ortaya çıkıyordu bembeyaz Keçi Peyniri gibi. Kendileri de bu hallerine gülerek neşeli bir şekilde hazırlık yapmaktaydılar. Herhalde çalışmaktan güneşe çıkacak zaman bulamamışlardı o sene. Soyunanlar bir kenara oturup birer şişe bira çıkararak içmeye başladılar birbirlerinin beyazlığı ile dalga geçerek. Biraları bittiğinde hep beraber kalkıp gülüşerek hızla suya doğru koştular neşeyle bağırarak. Sudaki hareketlerinden denize pek alışkın olmadıkları anlaşılıyordu. Yüzer gibi basit hareketler yaparak suya dalıp çıkıyorlar en azından yorgunluk atıyordular. Bir birlerine su atıyorlar veya güreşiyorlardı. Bir ara suyun içerisinde etrafa sular atarak neşe ile oynamakta iken “Bu ne ya” diye bir ses duyunca bizde merakla baktık o tarafa. Bu kişilerden birisi irice bir deniz anasının eline çarpması ile önce irkilmiş fakat yakından inceleyince zararsız gibi göründüğü için bu korkusu geçmişti ve bu deniz anasını tuttuğu gibi arkadaşlarından birisine doğru fırlatarak attı. Kendisine deniz anası atılan kişi yana çekilerek bu hamleyi savuşturmuş ama merak ile de suya düşen hayvanın yanına gelerek önce uzaktan sonrada o da eline alarak bu zararsız yaratığı inceleyerek geldiği yöne attı. Gruptaki herkes çevrelerinde bol miktarda bulunan deniz analarını suyun içerisinden alarak birbirlerine fırlatıp atıyorlar, karşı taraftakilerde ya bu hamleden kaçmayıp yumuşak hayvanın, sırtına çarparak parçalanmasına izin veriyor, yada atılan deniz anasını karşılayarak kafa atıp uzaklaştırmaya çalışıyordu eğlence olsun diye. Bu arada bahsetmeyi unuttum denizde bol miktarda deniz anası vardı ve bunların arasında kahverengi turuncu renkli saçakları olanlar da vardı. İşte bu yanmaları yapanlar bu çeşitte olanlardı. İlacı ise malum. Arkadaşlardan birisi “Amca bazıları vücudunuzu yakarak acıtabilir” diye seslenmesine rağmen, tam o sırada gelen iri bir deniz anası sayesinde o kişi kendini yana atınca bu ihtar boşa gitmiş oldu. Onlar oyunlarına devam ettiklerinden bizlerde yemeklerimizi yemeye başladığımızdan gerisi gelmedi ve herkes devam etti kendi işine. Bir müddet sonra suda oynayan grup herhalde yorulduklarından olsa gerek yine neşe içerisinde sudan çıkarak elbiselerinin yanına gelip havluları ile kurulanmaya başladılar. Güneşin de etkisi ile çabucak kurulandılar ama vücutlarında parçalar halinde kızarık oluşmaya başlamıştı bile. Kısa süre sonra vücutlarında yanmalarda başlayınca huzursuz bir şekilde kıpırdanarak “yahu ne oldu böyle?” diyerek etrafta dolaşmaya başladılar hızlı bir şekilde yürüyüp rüzgar yaparak belki serinlerler diye. Güneşi gördükçe yanmalar daha bir artıyor, sızı dayanılmaz oluyordu elbette. Bu arada vücutlarındaki kızarıklar daha da belirginleşip yanmaları daha da artmaktaydı. Telaşlı bir halde ne yapacaklarını aralarında tartışmaktaydılar ve bir an önce hastaneye gitmeyi istiyorlardı. Arkadaşlardan birisi yanlarına giderek “Abi naaptınız yaa” diyerek söze başladı. “Birbirinize attığınız deniz analarının içerisinde zehirli olanlarda vardı. Biz size seslendik bunlara dokunmayın diye ama siz aldırış etmediniz” dedi. Adamların bunları dinleyecek halleri yoktu ama sızlanmalarının arasında dinleme gayreti gösteriyorlardı büyük çaba sarf ederek. Daha fazla uzatmadan bizim arkadaş hemen ilacını da söyledi. “Abi” dedi. “Bunun tek bir ilacı var oda acıyan yerlerinize “Çiş” süreceksiniz. Ama burada nasıl yaparsınız bilemem” deyince adamlar şaşkın gözler ile arkadaşa baktılar önce acaba alay mı ediyor diye ve sonrada birbirlerine bakarak çaresizlikten kabul ettiler derhal. Yere oturup elinin birisini mayonun altına sokarak çok kısa bir müddet bekledikten sonra ve etraftaki kendi arkadaşlarının heyecanlı bir şekilde “haydi”! demeleri üzerine avucunda tuttuğu sıvıyı kendi göğüs kısımlarına sürmeye başladı yavaş hareketler ile. İlk sürme esnasında sıvının da sıcaklığı ile anlık bir süre can yakmasına rağmen ağrıyan kısımların acısı hemen azalıp rahatlama olunca diğerleri de cesaret alarak başladılar aynı işlemleri yaparak vücutlarına rahatlatıcı sıvıyı sürmeye. Acıları azalıp rahatlamaya başlayınca üzerlerindeki ilk şoku da atlatmışlar, şimdi olaylara gülerek yaklaşıyorlar ve hala çiş ihtiyacı olan adamlardan birisi diğerlerine seslenerek “isterseniz sizlere de vereyim bende daha çok var” diyerek espri yapıyordu. Bizde olayı gülerek seyrediyorduk karşı taraftan. Tamamen rahatlamalarına rağmen bu defada vücutlarına sürdükleri tuzlu sıvı güneşin etkisi ile kuruyarak gerilmeye başlayıp tekrar rahatsız etmeye başlamıştı. Bizler denize girerek üzerlerindekileri artık temizlemeleri gerektiğini söyleyince temkinli adımlar ile denize girmeye başladılar ama bu defa da suyun içerisinde bir deniz anası gördüklerinde hemen yana çekiliyorlardı telaşla. Biz sahilde hala onları seyretmekteydik gülerek. Bir ara baktığımda bizim arkadaşlarımızdan birisinin eline aldığı bir deniz anasını göstererek bir şeyler anlatıyor sonrada vücuduna sürüyordu bunu. İki tür arasındaki farkı anlatıyordu anlaşılan. Daha sonra dışarıya çıkarak kurulanıp giyinerek ayrıldılar oradan. O günlük deniz maceraları sona ermişti acı bir tecrübe ile. Şimdi bu deniz anasının zehrine iyi gelen ilacı nereden öğrendiniz diye soracak olursanız içimizde bunu aynı şekilde yaşayanlara etrafımızdaki büyüklerimizin gülerek “İşe laa avcunada, sür göğsüne” dediklerini hatırlarım. Bu tür zehirlerin panzehiri bildiğiniz gibi Amonyaktır. En kısa amonyak deposuna ulaşmanın yoluna tabiri caiz ise Çişten geçer.

Evet haftalar süren hatıralarımın bugün sonuna geldim. Bugüne kadar anlattıklarımı sabırla okuduğunuz için teşekkür ediyorum. Çanakkale benim için memleketten öte bir yer. Bu şehirde yıllarımı geçirdiğim için çok mutluyum. Herkes bu şehrin kıymetini bilmeli. 

(BİTTİ)

18.348 kez okundu
Yazarın Diğer Yazıları
Çanakkale ve Yaşadıklarım (37) ”1960’lı Yıllarda Çarşı Caddesi ve Sahildeki Esnaflar” 13 Aralık 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (36) ”1960’lı Yıllarda Çamburnu’nda Balık Tutma Maceram” 06 Aralık 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (35) “Eskiden Hamidiye Tabyalarının Ön Kısmında Denizden Barut Çıkarırdık” 29 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (34) “1960’lı Yıllarda Denizcilik ve Kabotaj Bayramları Çok Renkli Olurdu” 22 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (33) ”Çanakkale Boğazı’nda 1966 Yılı Kasım Ayı Başında Batan Arabalı Vapuru” 15 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (32) “Yıllar Önce İmece Usulü İle Salça ve Erişte Yapma Maceralarım” 08 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (31) ”1960’lı Yıllarda Çanakkale’de Yaşadığım Depremler” 01 Kasım 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (30) “1960’lı Yıllarda Çanakkale Havaalanı Yakınlarına Düşen Uçak” 25 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (29) “1960’lı Yıllarda Çanakkale Panayırı” 18 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (28) “Çanakkale’de 1960’lı Yıllardaki Kestaneci Avat ve Şamcı Nuri Unutulur mu?” 11 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (27) “1960’lı Yıllarda Özbek Köyü” 04 Ekim 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (26) “1960’lı Yıllarda Yukarıokçular Köyü” 27 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (25) “1960’lı Yıllarda Kordon Boyunun Güzellikleri” ” 20 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (24) “1960’lı Yıllarda Çanakkale’deki Sinemalar” 13 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (23) “Bir Zamanlar Havuzlar Mevkiinde Hafta Sonu Eğlencelerimiz” 06 Eylül 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (22) “1960’lı Yıllarda Gazete Dağıtıcısı Nara Zeki ve Çanakkale Esnafları” 30 Ağustos 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (21) “Çanakkale’de 1960’lı Yıllarda Faytonla Yolculuk“ 23 Ağustos 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (20) “1960’lı Yıllarda Çanakkale’de Esnafların Çoğu Museviydi “ 16 Ağustos 2020
Çanakkale ve Yaşadıklarım (19) “1960’lı Yıllarda Barbaros Mahallemizin Unutulmaz İsmi Cafer“ 09 Ağustos 2020