Yıllar önce gerek gazetelerde, gerekse diğer basım evlerinde, günümüzün rotatifleri ya da ofset baskı makineleri yoktu. Kurşun harfler ve bu harflerin dizildiği kumpaslar vardı. Buralara “mürettiphane" denirdi. Bir gazetenin hazırlanması da bu kurşun harflerin tek tek yan yana getirilmesi ile saatler süren çalışmalar sonunda gerçekleşirdi. Çanakkale’de de yıllarca bu kurşun harfleri yan yana getirerek cümleleri oluşturup gazete çıkaran Sadi Çanlı, halen o günleri hatırlıyor. 1955 yılında başladığı gazetecilik ve matbaacılık mesleğinde kurşun harflerle baskıya hazırladığı gazeteleri, fotoğraf olarak kullandığı klişeleri anlatırken duygusal anlar yaşıyor. 2008 yılında emekli olduktan sonra işyerini oğluna devreden Sadi Çanlı “Halen işyerimde kurşun harflerle baskı yapılmaya devam ediliyor. Ben emekli oldum ama, kurşun harfler emekli olmadı” diyor. Bugün web sitemizde adeta kurşun harflerin efendisi olan Sadi Çanlı’yı sizlere tanıtmak istedik….
ÖZEL RÖPORTAJ: AYHAN ÖNCÜ / ÇANAKKALE
E-Mail: info@canakkaletravel.com
* Bize kendinizi tanıtır mısınız?
- Adım Sadi Çanlı. 1944 yılında Çanakkale merkeze bağlı Özbek köyünde doğdum. İlkokulu Özbek’te bitirdim. 1955 yılında da Çanakkale’ye gelerek burada Erkek Sanat Enstitüsüne yazıldım. 3 yıl orada okudum. Fakat çeşitli sebeplerle okulu bitiremedim. Yıllarca Çanakkale’de gazetecilik ve matbaacılık sektöründe çalıştım. 2008 yılında da bu mesleği bırakarak işyerimi oğluma devrettim.
* Gazetecilik ve matbaacılık mesleğine başlamanız nasıl odu?
- Kendimi tanıtırken de bahsettiğim gibi 1955 yılında Erkek Sanat Enstitüsüne yazıldıktan sonra okulda 3 yıl iyi bir eğitim gördüm. Fakat 1958 yılında ilginç bir olay oldu. O yıl Rumlar Kıbrıs’ta bir Yüzbaşımızı ailesi ile birlikte katletmişti. Bu kapsamda 1958 yılında Valilik önderliğinde bütün okulların katıldığı bir protesto yürüyüşü yapıldı. Bu yürüyüşe bende okul ile birlikte katıldım. Miting havasındaki bu yürüyüşte herkes birer konuşma yaptı. Fakat o konuşanlar içinde birisi öyle bir konuşma yaptı ki, herkes gözyaşlarını tutamadı ve sürekli alkışladı. Çok etkili bir konuşmaydı. Bende o kişinin kim olduğunu merak ederek orada bulunanlara sordum. O kişinin “Mücadele Gazetesi”nin sahibi Gazeteci Necmettin Şenay olduğunu öğrendim. Bu beni çok etkiledi. “Demek ki gazetecilik böyle oluyor” diyerek Gazeteci olmaya karar verdim. Bu mesleği seçmemde en büyük etkenin Gazeteci Necmetin Şenay olduğunu söyleyebilirim.
“GAZETECİLEK MESLEĞİNE BAŞLAMAMDA HÜSNÜ MENÇE’NİN DESTEĞİNİ UNUTAMAM”
*Sanırım meslekteki yeteneğinizi bir öğretmen keşfetmiş. Bize bundan da bahseder misiniz?
- 1958 yıllarıydı sanırım. Gazeteciliğe ve matbaacılığa karşı ilgim sebebiyle “Demokrat Çanakkale Gazetesi”ne zaman zaman gidip orada çalışanları izleyip onların nasıl bu işi yaptıklarını öğrenmeye çalışıyordum. O gazetenin sahibi de Ali Oktay’dı. Aslında Gazete Hüseyin Oktay’ındı. Ona o zamanlar Canavar Hüseyin derlerdi. Hüseyin Oktay askerde olduğu için gazete Ali Oktay’ın üzerine görünüyordu. Canavar Hüseyin’in Cumhuriyet İlkokulu’nda Perihan Oktay isminde öğretmen bir ablası vardı. Birgün 5-6 arkadaş matbaanın oraya gittik. Öğretmenimiz Perihan Oktay gazeteden kesilme bir kupür vererek bu kurşun harflerle dizmemizi istedi. Hepimiz o yazıyı yazıp bıraktık. Ertesi gün öğretmenimiz sadece beni görmek istediğini söylemiş. Bu söz üzerine çok korktum. Sabah yanına gittim. Bana “Oğlum bak. Diğer arkadaşlarının hiçbiri bu yazıyı doğru dürüst yazamamış. Bir tek sen imla kuralları da dahil olmak üzere güzel bir sayfa düzeni ile yazıyı yazmışsın. Çok büyük yeteneğin var. Bu mesleğe başla” dedi. Bu söz gerçekten beni çok mutlu etti. Zaten okumaya da niyetim yoktu ve okulu bırakıp gazetecilik mesleğine başladım.
* Okulu bıraktıktan sonra ilk çalıştığınız işyeri ve gazete neresi oldu?
- 1958 yılında okulu bırakma kararımı verdikten sonra çarşı caddesi bölgesinde Ziraat Bankası’nın o bölgede geziyordum. Çanakkale’de o yıllarda önemli yerel gazetelerden birisi olan Hüsnü Mençe’ye ait “Ekspres“isimli yerel gazetenin bürosu ve basım yeri Çarşı caddesindeydi. O bölgeden geçerken Hüsnü Mençe ile karşılaştım. Kendisine selam verdim. Bana nereye gittiğimi sordu. Bende onların matbaasında bulunan arkadaşım Burhan’ı görmeye gittiğimi söyledim. Burhan isimli arkadaşım onun yanında çalışıyordu. Fakat arkadaşım 3 gündür işe gitmiyormuş. Bana onun yanında çalışıp çalışmayacağım sordu. Bende “Tabii ki çalışırım” dedim. Bana anahtarları verdi ve “git aç işyerini, başla çalışmaya “ dedi. O anda şok oldum. Okulu bıraktığım gün işe girdim. Bu beni çok sevindirdi. İşe başlamamla birlikte Hüsnü Mençe ile birlikte ilk önce gecikmiş gazetelerin dizgisini ve baskısını yaptık. O zamanlar gazeteler prova tezgahında tek yaprak basılırdı.
* Kaç lira maaş alıyordunuz?
- Ben işe girerken patronum Hüsnü Mençe hiç para konusunu konuşmadım. Gece bile eve gitmiyordum. Matbaada yatıp kalkıyordum. Hüsnü Mençe’de geceleri orada kalıyordu. Aylar süren çalışmamın ardından mesleğin bütün özelliklerini öğrendim. Günlük gazeteyi tek başına çıkarıyordum. Daha önce yardım için yanına gittiğim “Demokrat Çanakkale Gazetesi”nin sahibi Hüseyin Oktay, yani Canavar Hüseyin de askerden yeni gelmişti. Benim Hüsnü Mençe’nin yanında çalıştığımı öğrenmiş. Benimle karşılaştığı bir gün “Benim yanımda 5-6 kişi çalışıyor.Gazeteyi zor çıkarıyorlar. Sen tek başına aylardır gazeteyi çıkarıyorsun. Bunu nasıl yapıyorsun? Bunun sırrı ne?” diye sordu. Bende “Gece gündüz çalışmak” dedim. “Kaç para alıyorsun” dedi. “Vallahi biz para konusunu hiç konuşmadık. 1,5 aydır para almadım” dedim. İnanamadı. Aradan birkaç ay daha geçti. Birgün patronum Hüsnü Mençe işyerine siyah bir çanta ile geldi. Çantayı bir açtı içi para dolu. Meğer askeriye resmi ilan paralarını geciktiriyormuş. O sebeple para alamadığı için benim maaşımı da veremiyormuş. Bana ”Sadi ne kadardır çalışıyorsun?” dedi. Bende 2 ay olduğunu söyledim. Başladı paraları saymaya. Bana tomar tomar para vermeye başladı. Paraları ceplerime sığdıramadım. Bana o zamanın parası ile 200 lira verdi. Parayı verdikten sonra “Senden bir şey rica edeceğim” dedi. Bende “Tabiiki” dedim. “O Hüseyin Oktay varya. Sana sürekli aldığım maaşı soruyor. Bunları git onun masasının üzerine koy” dedi. “Tamam” dedim ve Hüseyin Oktay’ın yani Canavar Hüseyin’in işyerine gittim. Paraları çıkarıp masasının üzerine koymaya başladım. “Dur, dur, dur” dedi. “Kaç para var burada?” dedi. “200 lira “ dedim. “Aman benim çalışanlar duymasın. Hemen bunları al buradan” dedi. O da şok oldu benim bu kadar para alacağımı düşünmemişti sanırım.
* Birkaç yıl Hüsnü Mençe’nin yanında çalıştıktan sonra buradan ayrılarak başka bir gazeteye işe başlamışsınız bu nasıl oldu?
- 1962 yılında Hüsnü Mençe’nin yanından ayrılarak Turhan Narler’in “Anafartalar” isimli gazetesinde çalışmaya başladım. İşte burada benim kalfalık hayatım başladı. Turhan Narler’in yanında dizgi yapmıyordum. Çalışanlar dizgiyi yaparlardı. Bende o dizilen haberlere göre sayfaları yapardım. Hangi haber hangi sayfada nereye konulacak onları belirlerdim. Bir bakıma gazetenin sayfa düzenini yapıyordum. Burada uzun süre bu şekilde çalıştım.
“KURŞUN HARFLERİN TEK TEK YANYANA DİZİLMESİ GERÇEKTEN ÇOK ZOR”
* Yaptığınız bu işte yıllarca kurşun harfleri kullandınız. Yıllarca bir gazeteyi çıkarabilmek için kurşun harfleri tek tek yan yana getirerek kelimeleri ve cümleleri oluşturdunuz. Çok zor bir işti yaptığınız. Bize bu konudan da bahseder misiniz?
- Günümüzde gazete çıkarmak o kadar kolay ki. Bilgisayarlar aracılığı ile dizgiyi yapıyorsunuz, gerekirse anında değişiklik yapabiliyorsunuz. Baskı da yine modern makinelerle yapılıyor. Bizim zamanımızda gazete çıkarmak çok zordu. Bir gazeteye çıkarmak için değişik boyutlardaki kurşun harfleri tek tek yan yana getirerek kelimeleri ve cümleleri oluşturuyorduk. Bunları da tek sütun veya iki sütun olarak hazırlıyorduk. Harfleri tersten dizdiğimiz için onların yanlış konulmaması gerekiyor. Bir harf ters konulsa kelimeler ve cümlelerde çok değişik anlamlar çıkabiliyor. Bunlara çok dikkat etmek lazım..
* Bu işte uğraştığınız bundan 40-50 yıl önce gazetelerde sanırım yine bu şekilde yani kurşun harflerin tek tek yan yana getirilmesi ile basılıyordu. Bir gazetenin baskıya hazır hale getirilmesi ne kadar sürüyordu?
- Bu işi yapan ustaya göre değişir. Bu işi gerçekten isteyerek, özenirseniz, iyi bir sayfa düzeni ile yaparsanız. Saatler süren çalışma sonunda da bir gazeteyi çıkarabilirsiniz. Ama baştan savma yaparsanız yarım veya bir saatte de gazeteyi yapabilirsiniz. Ama o gazete gazete olmaktan çıkar. El ilanı gibi olur. Bu işte özen ve emek çok önemli. Baştan savma olmamalı.
* Gazeteler o yıllarda akşam mı basılırdı?
- Genelde yerel gazeteler 1960’lı yıllarda akşamdan basılırdı. Bizim bastığımız “Anafartalar” gazetesini ise sabahları basardık. Çünkü Turhan Narler gazetecilik konusunda çok titizdi. Gece bir olay olabileceğini düşünerek gazeteyi gece basmaktansa sabah basmayı tercih ederdi. Böylece gece olan olaylar sabah basıldığı için bir tek bizim gazetemizde yayınlanırdı. Diğer gazetelerde ise bir gün sonra o haberler yayınlanırdı. Turhan Narler’in yanında yaklaşık 1 yıl kadar çalıştım. Ardından da Ali Dalyancı’nın “Köylü Gazetesi” vardı. Orada da 1964 yılına kadar çalıştım. Ardından da 1964 yılında askere gittim. Askerden dönüşte Çanakkale il merkezine gelmedim. Annem babam Gelibolu’ya taşınmıştı.Oraya gittim ve oraya yerleştim. Oradan da İstanbul’a gittim. İstanbul’da matbaacılık sektöründe iş ararken çok zorluk çektim. Gittiğim yerlerden hep elim boş döndü. Fakat bir gün yolda yürürken enseme birisi tokat attı. Bir döndüm baktım ki, karşımda Allah rahmet eylesin Çanakkale’den Mustafa Kaytaz vardı. “Ustacım” benim dedi ve boynuma sarıldı. Bana İstanbul’da ne yaptığımı sordu. “Bende iş aradığımı söyledim. Kendisi de o yıllarda İstanbul’da bir matbaada çalışıyormuş. İleride bir yerde Çanakkaleli tanıdık bir matbaacının olduğunu söyleyerek beni oraya götürdü. Oraya gittik. O matbaacının ismi de Baha Özbudak idi. Çanakkale’de radyo tamircisi Parmaksız Mehmet’in oğlan kardeşiydi. Asıl o kişinin çalıştığı matbaanın sahibi ise bir kadındı. Yani Baha Özbudak‘ın eşiydi. Beni çağırdı ve işe aldığını söyledi. Sabah da matbaada hemen işe başladım. Sabah işyerine geldiğimde yerlerde 25 kuruş, 10 kuruş, 1 lira gibi paralar vardı. Mustafa Kaytaz ile birlikte yerdeki paraları toplayıp masanın üzerine koyduk. Bir hafta hep yerdeki paraları toplayıp yerleri süpürerek burada işime başladım. Sonrada kendimi orada geliştirdim ve iyi bir matbaa ustası oldum. İstanbul’da matbaacılık sektöründe 2-3 yıl çalıştım. Gazetecikten çok beni en çok matbaa işi mutlu etti. Matbaacılık mesleği benim en sevdiğim işti. 1968 yılının sonunda da evlenmek amacıyla Çanakkale’ye geri döndüm. Çanakkale’ye geri döndükten sonra matbaacılık sektöründe iş imkanı bulamadığım için yeni arayışlar içine girdim. O yıllarda Çanakkale Seramik Fabrikası’nda arkadaşlarımız vardı. Onlarında desteği ile Çan’a giderek su tesisatçılığı işine başladım.1972 yılında da Çan’dan Çanakkale’ye geri dönerek esas mesleğim olan matbaacılık işine yeniden başladım.
“1970’Lİ YILLARDA YEREL GAZETELERDE FOTOĞRAF YERİNE KLİŞE KULLANIYORDUK”
* 1974 yılında ise Çanakkale’de kendi gazetenizi kurdunuz. Bu nasıl oldu?
- 1972 yılında Çan’dan Çanakkale’ye geldikten sonra Okullar Pazarı’ndan Hüseyin Uluaslan ile ortak bir matbaa açtık. Maddi olarak desteği o verdi. Bende bu konuda usta olduğum için çalışarak buna katkı sağladım. Ondan Allah razı olsun. Onun bana verdiği o imkanı bana babam vermedi. Bana çok destek çıktı. Her zaman ona duacıyım. Bu matbaayı açtığımızda Hüseyin Uluaslan’ın aklında bir gazete çıkarma fikri olduğunu tahmin ediyordum. Zaman zamanda benimle konuşurken bu konuda sözler söylüyordu. Sonunda 9 Eylül 1974 tarihinde “Çanakkale’nin Sesi” adı altındaki günlük gazetemizi çıkarmaya başladık. Sahipleri Hüseyin Uluaslan ve Sadi Çanlı’ydı. Gazetenin yayına başlamasının ardından Hüseyin Uluaslan’ın o sevincini unutamam. 6 yıl aralıksız 4 sayfalık bu yerel gazetemizi yayınladık. Bu 6 yıllık gazetemizde bütün haberleri bizzat biz yazdık. Hiç başka gazetelerden kupür alarak gazetemize koymadık. Yani günümüzdeki gibi kopyala yapıştır yapmadık. Fakat buradan özellikle Gazeteci Yaşar Türe’yi rahmet anıyorum. Onun da gazetemizdeki haberlerde büyük katkısı oldu. Yaşar Türe benimle birlikte yattı, benimle birlikte kalktı. Bize çok yardımcı oldu. Hüseyin Uluaslan ile ortaklığımız 1980 yılına kadar sürdü. 1980 yılında ise ortaklığımızın sona ermesi ile birlikte gazeteciliği bırakıp matbaacılık işine girdim. İşyerimin ismini de “Ahenk Matbaası” koydum.
* O yıllarda kurşun harflerle gazeteye yazılar yazıldıktan sonra fotoğraflar sayfalara nasıl yerleştiriliyordu?
- Fotoğraflar klişe olarak gazetelere konulurdu. Klişeyi yapmak Çanakkale’de mümkün değildi. Bunların İstanbul’da yapılması gerekirdi. O yıllarda İstanbul’da klişe yaptırmak da çok zordu. Gazeteler genelde daha önce yapılmış klişelerle fotoğraflı olarak çıkardı. Mesela Çanakkale Seramik Fabrikaları ile ilgili bir haber yapılacağı zaman daha önceden yapılmış fabrika ile ilgili bir klişe bu haberde fotoğraf olarak kullanılırdı. Yani yeni çekilen bir fotoğrafın gazeteye konulması mümkün değildi.
* Harflerin tek tek yan yana getirilmesi sırasında zaman zaman hata yaptığınız oluyor muydu? Bunu nasıl kontrol ediyordunuz?
- Tabiî ki bizlerde insanız. Zaman zaman bu konuda yaptığımız hatalar olabiliyordu. Bu sebeple kurşun harfler dizildikten sonra bunları tek tek okuyorduk. Hataları ortadan kaldırmak için elimizden geleni yapıyorduk. Bazen gözden kaçan harfler olabiliyordu. Mesela 1975-76 yılıydı sanırım. Yazı işleri Müdürümüz Ramazan ayı ile ilgili bir yazı yazmış. Makalenin en sonunda “Hayırlı Olsun Büyük Ramazan” yazılacakken bir harf hatası sebebiyle yanlışlıkla “y” harfinin yerine “z” harfi gelmiş. Bu sebeple de yazı “Hayırlı Olsun Büzük Ramazan” olmuş. Bu bizim gözümüzden de kaçmış. Sabah vali bey bizi arayıp bunun ne olduğunu sorunca özür dilemiştik. Ertesi günde gazetede bu konuda özür yazısı yazdık.
* Matbaa makinelerinden de bahsedebilir misiniz?
- Ben bu işe sallama adı verilen makine ile başladım. Daha sonraki yıllar da makineler modernleşmeye başladı. Bence eski makinelerle baskı işi daha iyiydi.
* Zamanla teknolojinin gelişmesi ile birlikte ofset makineler çıktı ve bilgisayar ortamında artık davetiye, kartvizit ve gazete baskıları yapılmaya başlandı. Bu sizlerin işlerinizi nasıl etkiledi?
- Tabii ki biraz etkiledi. Fakat şunu da söylemek gerekir ki, teknolojinin gelişmesi ile birlikte kurşun harflerle baskı işi yapanlar olarak biz daha fazla iş yapmaya başladık. Çünkü özellikle fatura, makbuz ve bilet baskılarında ofset makineleri ile seri numara basamıyorlar. Biz kurşun harflerle yaptığımız baskı işlerimizde her sayfa için numarayı değiştirebiliyoruz. Bu da bize ilgiyi arttırıyor ve daha fazla iş yapmamızı sağlıyor.
* Emekli oldunuz fakat işyeriniz halen açık. Burada sizin ardınızdan gelenler bu mesleği sürdürüyorlar. Yine burada kurşun harfler tek tek yerlerinde duruyor. Artık tarih olmaya başlayan bu kurşun harflerle baskı yapılmaya devam ediliyor mu?
- 2008 yılında emekli olduktan sonra işyerimi oğluma devrettim. Bu devirin ardından da oğlum bu mesleği aynen devam ettiriyor. Halen kurşun harflerle baskı işleri matbaamızda devam ediyor.
“ÇANAKKALE’DE KURŞUN HAFLERLE BASKI YAPAN MATBAA SAYISI ÇOK AZ”
* Bu işi, yani kurşun harflerle baskı yapan Çanakkale’de kaç kişi kaldı şuan?
- Çanakkale’de kurşun harflerle bu mesleği yapanların sayısı bir elin parmakları kadar az diyebilirim. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte ofsete geçilmeye başlanınca kurşun harflerde yavaş yavaş tarihe karışmaya başladı gibi bir şey.
* Matbaa ustası olmak çok zorlu bir iş. Çanakkale’de yeni matbaa ustaları yetişiyor mu?
- Maalesef Çanakkale’de yeni matbaa ustaları yetişmiyor. Çünkü bu işe başlayacak kişi önce parayı soruyor. “Ne yapacağını biliyor musun?” diyorum. “Bilmiyorum” diyor. Bu işi bilmiyorsan nasıl parayı sorarsın? Bu meslek hemen 3-5 günde öğrenilecek bir iş değil ki. Bu sebeple de yeni ustalar yetişmiyor maalesef. Bu işin geleceği biraz zor gibi görünüyor.
* O yıllarda esnaflar arasındaki arkadaşlıklar nasıldı?
-Biz 1980’li 1990’lı yıllarda Fetvane sokakta Matbaacı Sadi, Camcı Rıza, Ayakkabıcı Mıstık ve Yorgancı Turan olarak 4 arkadaştık. Biz her sabah bir araya gelir çayımızı kahvemizi içtikten sonra saat 09.00’da işyerimize gitmeden önce cebimizdeki bütün paraları masaya koyardık. Daha sonra da o parayla kimin borcu varsa o gün ödenirdi. Aramızda kimin ne kadar para verdiği bir tarafa yazılmazdı. Ertesi gün de borcu ödenen arkadaşımız parayı getirir masanın üzerine koyardı ve herkes parasını oradan alırdı. Birbirimize güvenimiz vardı. Senelerde biz böyle arkadaşlık yaptık ve aramızda bir tek sorun çıkmadı.
* Yıllarca bu işin içindesiniz. Bize başınızdan geçen birkaç anınızı anlatır mısınız?
-1978’li yıllardır sanırım. O yıllarda “Çanakkale’nin Sesi” Gazetesini çıkarıyoruz. Gazeteci Yaşar Türe’de o yıllarda bizim günlük gazetemizdeki haberlere yardımcı oluyordu. Bir sabah koşarak bize geldi. “Bak, şimdi ne olacak?” dedi. Hepimiz merak ettik. Arabalı vapurdan bir Tır karşıya geçecekti. Emniyet yetkilileri Tır’da yaptıkları aramada sigara paketlerinin içinde sigara yerine hamur olduğunu gördüler. Hamuru sigara diye satacaklarmış. Yaşar Türe bunların hepsinin fotoğraflarını tek tek çekti. Fakat o yıllarda teknik olarak fotoğrafları gazetede yayınlamak mümkün değildi. Klişelerinin hazırlanması gerekiyordu. Bunun da yapılması için filmi İstanbul’a gönderilmesi ve klişelerinin yapılıp acilen Çanakkale’ye geri gelmesi gerekiyordu. O zaman için bu haber Çanakkale için çok önemliydi. İstanbul’da benim o yıllarda damadım vardı. Hemen ona telefon ettim ve çektiğimiz o filmi otobüsle İstanbul’a gönderdiğimi ve klişeleri hazırlatıp ilk otobüsle Çanakkale’ye göndermesini istedim. Filmleri alan damadım hemen klişeleri yapıp İstanbul’dan bana gönderdi. Bizde ertesi gün bu haberi Çanakkale’deki 6 yerel gazetede fotoğraflı olarak veren tek gazete olduk. Çünkü o yıllarda gazetelerde fotoğraf bulunması çok zordu. Teknik olarak imkansızdı. Sabah bizim gazete tükendi. Şehirde herkes bizim gazeteyi arıyordu. O günü unutamam…
Bunun dışında bir anımı daha paylaşmak istiyorum. 1975-76 yılıydı. O yıllarda “Çanakkale’nin Sesi “Gazetesi”ni çıkarıyorduk. O günde gazetede birkaç satırlık bir yer yalmış. Çalışanlarımızda oraya bir haber koymamı istediler. O günde Jandarma’dan bize bir bülten gelmişti. Baktım bülten içinde bir vukuat vardı. “70 yaşındaki bir dede çakı bıçağı ile 18 yaşındaki bir genci bıçakladı” yazıyordu. İsimlerinin de baş harfleri vardı. Fakat olay ile ilgili geniş bir bilgi yoktu. Haber yazacağım yer için ise bu kadar yazı yeterli değildi. Birkaç satır daha yazı lazımdı. Bende olsa olsa bu olayın dedenin elma armut soyarken gençlerin kendisi ile dalga geçmesi sonucu gerçekleymiş olacağını düşünerek haberi o şekilde yazdım. Gazetede de haber bu şekilde çıktı. Sabah İlçe Jandarma Komutanı erkenden beni telefonla aradı. “Sadi bey bizi atlattınız. Bu olayın böyle olduğunu biz bilmiyorduk. Gazeteden okuduk” dedi. Bende “gazeteci olarak görevimizi yaptık” deyip durumu izah ettim. Yanına çağırdı. Biraz konuştuk. Birkaç gün sonra yine komutandan bir telefon geldi. Acilen Jandarma Komutanlığına gelmemi istedi. Hemen gittim. Benim gazetedeki haberin mahkemede delil olarak kullanıldığını söyledi. Gençlerden 10 şahit olmasına rağmen dedenin hiç şahidi yokmuş. Benim bu haberde orada delil olmuş. Gençlerde mahkeme başkanına olayın aynen benim yazdığım gibi olduğunu söylemişler. Dede de o mahkemede benim haber sayesinde beraat etmiş.
* Bu mesleği seçeceklere neler tavsiye edersiniz?
- Bu işi yapacakların çalışmayı çok seven kişiler olması lazım. İşin içine girdiklerinde zor deyip hemen kaçmamalılar. Sonuna kadar bu işi öğretmen için çaba sarf etmeliler. Ayrıca müşteriye de çok iyi davranmalılar. Aksi halde bu işte başarılı olmak gerçekten çok zor.