Çanakkale Kent Konseyi Kültür ve Sanat Meclisi tarafından düzenlenen Kültür ve Sanat söyleşilerinin konuğu tarihi ve arkeoloji biliminin duayeni Prof. Dr. Oluş Arık oldu.
Kent Konseyi toplantı salonunda gerçekleştirilen söyleşide Prof. Dr. Oluş Arık, estetik, sanat, sanatın gelişimi, Anadolu’da sanat ve sanat eserleri, Selçuklu ’da estetik üzerine değerlendirmeler yaptı. “Estetiğin bugün bile düzgün bir tarifi yok” sözleriyle konuşmasına başlayan Prof. Dr. Arık; “Çok değerli çalışmalar var ama onlar bile birbiriyle uyum halinde değiller ve sonuca ulaşmış herkesin üstünde birleştiği bir tanıma ulaşmış değil. Sanat denilen bir olay var. Bizim uğraştığımız işlerde bir sanat değeri olan varlıklar maddi kültür varlıkları, bir yandan da biçim verilmiş ortaya somut maddi varlık olarak konmuş sanat amacıyla yapılmamış varlıklar var. Sanat ne zaman, nasıl niçin konuları var. Sanat ve estetik ayrı diye konuşmak kolay değil. Sanatın gelişiminde bir yığın insan ve topluluk var. Birbirinden farklı topluluklar var ve hepsinde beğenin beğenmeyin sanat var. Sanatı, ne niyetle, nasıl yapıyor, başlangıç nasıl diye bakınca bugüne kadar gelişimini gözden geçirince yolun başında sanat olarak konunun ismi yok. İlk sanat yapanlar sanat yapıyoruz bilinci ile yapmıyorlar. Farklı nedenlerle, sebeplerle ortaya çıkıyor. Giderek ustalık gerçekleştikçe bu işle uğraşanlar meslek sahibi oluyor. Ama Rönesans’a kadar sanatın ismi de yok. Bugün anladığımız manada sanat yok. Onun için de sanatın güzel kavramını içermesi gerektiğini düşünüyorlar. Tarih boyunca uğraşanlar ve peşinden gidenlerin kuşaktan kuşağa geliştirdikleri terminoloji ve düşünce sistemi bize bıraktıkları en büyük miras. Birçok alanda uğraş başladıktan asırlar sonra tanım ortaya çıkıyor; sanat ve estetikte böyle bir şey. Anadolu; kırkyamalı bohça şeklindeki Anadolu en az 10 büyük medeniyetin doğup battığı yer. Buraya gelen Türkler, onun yaşayan ve göçmüş kısmıyla karşılaşıyorlar. Kendi değerleri ve bu sentezle yeni bir medeniyet doğuyor. İç Anadolu’da çok önemli benzerlikler görüyoruz. Türklerin yazılı uygarlığa sahip olan önemli kısmı da var. Gördüklerimizle değerlendirip kavramaya çalışıyoruz. 1900’lü yıllarda Osmanlılar bu işlerin farkına vararak estetiğin ismini bedeiyyat koyuyorlar. 2000 senelik batının çilesini çekmemişler, bize bu kavramlar hazır geliyor. Onların terminolojisi tam anlaşılmadan devralınıyor. Felsefe, estetik kitaplarında yapılmış tercümeler çoğunluğu oluşturuyor. Toplum yabancı kalıyor. Anlamadığı şeylerle karşılaşmaya devam ediyor. O yüzden bu alanlar çok geç gelişiyor. Türkiye’de sanat estetik üzerine düşünce hala da gelişmemiştir diyebiliriz. Selçuklu estetiği; Arkeolojik sanat tarihsel inceleme araştırmalar derinleştikçe İç Asya’dan beri Selçuklu minyatür, çini resimlerine kadar gelen bir takım ana çizgiler yakalıyoruz. Selçuklu resim sanatı ve Selçuklu heykel sanatı olduğunu görüyoruz. Bunlar taklit değil; İran, Hint, Çin etkisi var. Komşu büyük kültür etkisi var. Onların hiçbirine tıpatıp benzemiyor. Anadolu Selçuklu varlıklarına bakınca Asya’daki Büyük Selçuklu eserlerini hatırlatıyor ama tıpa tıp benzemiyor. Yeni kimlik; bu mevcut mirasla getirdikleri kültür ve yeni kimlikleri eserlerinde görülüyor. Asya’da bu görülüyor bir ana çizgi var. Bu çizgiyi tarif edince Selçuklu estetiğini de tanımlamış oluyoruz” dedi.