Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı içinde, tarihin en kanlı muharebelerinin cereyan ettiği bölümü olarak bilinir. Bu savaşlar Türk’ün sayısız zafer, şan ve şerefle dolu tarihinin en parlak sayfasıdır. I.Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre önce, 1911-1912 yıllarında Osmanlı Devleti son Afrika toprakları olan Trablusgarp ve Bingazi’yi İtalya’ya kaptırmış, 1912-1913 Balkan hezimeti ise, 500 yıldır Türk olan Rumeli’deki son Türk hakimiyetini silip süpürmüştür. Bulgar ordularının İstanbul kapılarını zorlaması, İstanbul ve boğazların güvenliğinin tehlikeye girmesi, o zamanın devlet adamlarınca siyasi yalnızlığımızın tabii bir sonucu olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla I. Dünya Savaşı’na rastlayan günlerde Osmanlı Devleti yalnızlıktan ve emniyetsizlikten kurtulmak maksadıyla bloklardan biri ile anlaşmak istemiştir. Fakat, Balkan Savaşı’nın kötü hatıralarının tesiri altında kalan her iki blokta Türk İttifakkını küçümsemişler ve bu ittifakkın kendileri için bir yük olmasından endişe etmişlerdir. Ancak, Alman İmparatoru her iki blok arasındaki savaşta, Osmanlı Devleti’nin hiç değilse bir kısım düşman kuvvetini meşgul edebileceği gerekçesi ile ittifaka dahil etmiştir.
Bu suretle Osmanlı Devleti, kaderini alelacele 2 Ağustos 1924’de “üçlü ittifak” a bağlamıştır. İşte Çanakkale Zaferi’ni yaratan kuvvet 1914 yazında küçümsenen, değeri hakkında yanlış teşhis konan bu TÜRK ORDUSU’ dur. Avrupa’da savaş bütün şiddetiyle sürerken, hareket harbinin yerini siper harbi almıştır. Bu cephede yarma yapmak ve kesin sonuç almak son derece zorlaşmıştır. Halbuki “Üçlü İtilaf” ın askeri gücü günden güne artmaktadır. Bu güç, hareket savaşına müsait başka savaş alanları da kullanılmaktadır. İngiltere Başkanı Lloyd George ve Bahriye Nazırı Churchill, bu görüşü benimsemişlerdir.
Çanakkale Savaşları, işte bu görüşü benimseyenlerin eseridir. Hareket sahası olarak Gelibolu Yarımadası’nın seçilmesi bu bölgenin jeopolitik bakımdan çok büyük öneme sahip olmasındadır. Boğazlar, Güney Rusya ve bütün Karadeniz kıyılarının açık denizlere olan tek çıkış noktasıdır. Harp halinde bu geçitin kapanması, Rusya için hayati önem taşımaktadır. Zira; Rusya’nın insan ve hammadde kaynakları zengin, fakat sanayi ve mali imkanları sınırlıdır. Bunun için uzun ve sürekli bir savaşın gerektirdiği silah, cephane ve malzeme ikmalini temin edemeyecek durumdadır. Bu durumda boğazlar doğu cephesinin en müsait ve hayati menzil hattını hafifletecek, dolayısıyla savaşı kısaltacaktır. Osmanlı Devletinin savaş dışı edilmesiyle muhtemelen Balkan Devletleri ve İtalya “İtilaf” Devletleri yanında savaşa katılacaklardır. O zaman İngiliz Bahriye Nazırı olan Churchill’in ısrarla üzerinde durduğu bu fikirler önceleri pek itibar görmemiştir.
Ancak 1914 Aralık ayında başlayan Türk Sarıkamış Harekatı üzerine telaşlanan, çok zor durumda kalan ve hiç değilse bir kısım Türk Kuvvetlerinin başka cephelere çekilmesini isteyen Rusya’nın yükünü azaltmak için Çanakkale Seferine karar verilmiş, fakat kesin neticesi batı cephesinde arayanları darıltmamak amacıyla önce sadece donanma ile zorla Çanakkale Boğazı geçilmeye çalışılmıştır. 18 Mart 1915’de yaklaşık bir aydır sürekli olarak bombaladığı boğazın her iki tarafındaki Türk tabyalarının artık sustuğunu varsayan 12 zırhlı, 18 muhrip, 7 mayın tarama gemisi, çeşitli tıp nakliye destek gemisi ve uçak gemilerinden meydana gelen I Dünya Savaşı’nın en büyük ve en modern donanması, boğazı geçme girişiminde bulunmuştur. Ancak ehliyetli ellerde sevk ve idare edilen kahraman Türk Askerinin hayatını hiçe sayarak kanını fedakarca akıtması sayesinde dünyanın en modern silah ve teçhizat ile donatılmış düşman donanması, 7 modern savaş gemisini ve binlerce askerini kaybederek geri çekilmek zorunda kalmıştır. Zira: Mehmetçik, düşmanı denizden bir adım bile geçirtmemeye yemin etmiştir. Anadolu bozkırının o güne kadar deniz görmemiş çocukları, sanki kırk yıldır denizlerde savaşıp ta pişmiş kişilere özgün becerileri ile zırhlı düşman gemilerine geçiş hakkı tanımamıştır.
ÇANAKKALE KARA SAVAŞLARI
(25 Nisan - 20 Aralık 1915)
Deniz yoluyla boğazı fethedemeyeceğini anlayan ittifak devletleri 25 Nisan ve 6 Ağustos 1915 tarihleri arasında Gelibolu Yarımadası’ na çıkartma yapmış olup, çıkarma şöyle özetlenebilir: Asıl Kuvvetler Gelibolu Yarımadası’nın güney ucuna iki ayrı noktadan çıkacak ve boğazları kontrol eden tepeleri alacak, bunu başarmak için, iki tümenden oluşan bir Anzak (Avustralya ve Yeni Zellanda) Kolordusu Kabatepe bölgesine çıkacak, iki İngiliz ve Bir Fransız tümeni ile bir Hint tugayından oluşan kuvvet, Seddülbahir bölgesini ele geçirecektir. Aynı anda bir aldatmaca olarak, boğazın güneyinde Kumkale bölgesinde ikinci bir çıkarma yapılacak ve bazı donanma birlikleri orada da çıkarma izlenimi vermek üzere Saroz Körfezi’ne doğru seyredecektir. Fakat, kahraman Türk askerinin hayatını hiçe sayarak kahramanca dövüşmesi Türk komutanlarının bilhassa Mustafa KEMAL’ in üstün sevk ve idareleri sonucunda düşman başarısızlığa uğrayarak savaş, siper savaşı halini almıştır. Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yapan düşman kuvvetlerini meydana getiren askerlerin milliyetleri son derece enteresandır. İngiliz ve Fransızlar’ ın yanı sıra, bizimle hiç ilgisi olmayan Cezayir Berberileri’ni Senagal Zencilerini, Avustralyalı, Kanadalı, Yeni Zellandalı ve Hintliler’i üzerimize salmışlardır.
Mehmet Akif;
“Eski dünya, yeni dünya, bütün akvam-ı beşer Kaynıyor kum gibi, tufan gibi,mahşer mi, hakikat mahşer Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk, Sade bir hadise var ortada; vahşetler denk Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela”diyerek bunu ne güzel dile getirmiştir.
Evet, düşman yalnız birkaç devletten ibaret olmayıp, sanki karşımızda bütün dünya vardı. Düşman donanması, II. Dünya Savaşı’na kadar, dünyanın gördüğü en büyük ve en modern donanmasıydı. Hal böyle iken kazanılan zaferin değeri daha iyi anlaşılmaktadır. Zira bu savaş, yenilmez sayılanların mağlubiyetidir. Çanakkale’ de tarihin kaydettiği en büyük ve en kanlı savunma savaşları verilmiştir. Bu savaşlar Mustafa KEMAL gibi bir askeri dehanın Türk ve dünya kamuoyu tarafından tanınmasının sağlanması açısından son derece önem taşımaktadır. Düşman durmadan saldırmaktadır. Anafartalar ve Arıburnu cephelerinde emir komuta karmaşası vardır. Bu durum çok tehlikelidir. Yarbay Mustafa KEMAL, Ordu Komutanı Alman General Liman Von SANDERS’ e bütün mevcut kuvvetlerin emrine verilmesinin ve bundan başka çare kalmadığını bildirmiş, Alman General “ Çok gelmez mi ? “ diye sorduğunda Mustafa Kemal “ Az bile gelir “ diye cevap vermiştir...